…belki büyüdük… emin değilim

külahlı dondurma özleminde avuturken yalnızlığını, sen aslında hep uzaklara gitmek isterdin....




kim bilir kaç tren garı geçti gözlerinin önünden desem, sen sadece İzmir garında unuttuğunu söylerdin belki de hüzünlerini…garlarda unutulan hüzünlere sahip çıkan olur mu bilmem ama sen en çok sahip çıkılmayana sarıldın belki de… eski gazete kupürlerinde tozlanmış bir haber olabilir hayat, emin değilim… öyleyse dağılmadan, dağıtmadan gece senfonisi yalnızlıkları, başka bir işin yoksa yani, gel seninle sahil boyunca maviye yürüyelim…



uzakları anlat bana… kaç kilometre taşı sürer uzanamadıkların?...ya da dur, sessizliği anlat bana…nasıl konuşur bağıra çağıra, dudak dahi oynatmadan?... anlatırken susturdukları için mi, cevapsız kalır sorular yok yere?... biliyorum, yok bilmiyorum aslında, benim de cevapsız sorularım var, tıpkı gözlerinde barınan uçurum çiçekleri gibi… seni anladım dersem, anla…



güz çiçekleri gibi gülümseyişin… aslında en güzeli…herkesler kaçarken hüzün yağan gecelerden, sarı yaprakların müziğinden, ıslanmamak için çatak altı ararken gözleri, en güzeli sahiplenmek sonbahar kavuşmalarını… sen açmazsın şemsiyeni, rüzgar yüzünü okşarsa diğer yanağını çevirirsin, bata çıka yürürsün çamurda, dağda, bayırda değil mi?... güz çiçekleri gibi gülümseyişin, duyabiliyorum… aslında en güzeli…



kim bilir kaç ayrılık yürüdü gözlerinden desem, sen sadece birini unutamadığını söylerdin belki de bu gidişlerden… ayrılıklara sahip çıkan olur mu bilmem ama sen en çok sahip çıkılmayanı sevdin belki de…yaşlı bir ağıt olabilir mi hayat, emin değilim… öyleyse yaşlanmadan, yaşartmadan tozu alınan anıları, verilmiş başka sözün yoksa yani, gel seninle gece boyunca yıldızlara yürüyelim…



bağlamanın tellerinde yuva kuran türküleri anlat bana… kaç nefeslik tadı var aşkların?... ya da dur, ölmeyen, kurşun işlemeyen sarılmaları anlat bana… nasıl kavuşur kollar, el yordam bilmeden?... kavuşurken yüreklerine dokundukları için mi?... biliyorum… yok bilmiyorum aslında, benimde cevapsız dokunuşlarım var, tıpkı sesinde bağdaş kuran ardıç kuşu gibi… seni anladım dersem, anla…



ne yöne gideceğini bilemeyen rüzgar gibi özlemlerin… aslında en güzeli… herkes inadına biliyorum derken nereye gideceğini ama gidemezken ama adım dahi atamazken, bilmeden adım atmak, sanırım en güzeli… dilinde yuva yapan, sırra kadem basan kelimeler değil ki… yazdıkça dökülüyor yaşam, sen yazdıkça diniyor acılar değil mi?... rüzgar gibi özlemlerin… aslında en güzeli…



kim bilir kaç yalnızlık oturdu gözlerine desem, sen sadece sende olanı unutamadığını söylerdin belki de bu yalnızlıklardan… yalnızlığı dağıtan biri çıkar gelir mi bilmem ama sen en çok dağıtılmayanı sevdin belki de… bilmediği bir şehirde kaybolan ama başı dik bir kahkaha olabilir mi hayat, emin değilim…öyleyse kaybolmadan, kaymadan kaldırım sessizliğine, acil bir işin yoksa yani, gel seninle şarkılar boyunca dostluğa yürüyelim…



dilinin ucuna gelip de haykıramadığın cümlelerini anlat bana… kaç gecenin sabahında birikti bu kadar söyleyeceklerin?... ya da dur, umutla beklenen deniz üstü merhabaları anlat bana… nasıl yaşarır gözler durduk yere?... yaşlemmırken ağlara takıldıkları için mi?... biliyorum... yok bilmiyorum aslında, benim de renksiz ıslaklığım var yanaklarda, tıpkı suskularında renk atan şaşkınlığın gibi… seni anladım dersem, anla…



demem o ki gül beyaz kahkaha, bunca yaşanmışlığa rağmen, bunca gitmelere, dönmelere rağmen, bunca sitem dolu ama içten serzenişlere rağmen, bunca gözünü kan bulamış vedalara rağmen, deli boranlara, meltem sıcaklığına, yüreği kavuran iç çekişlere rağmen, söz mü büyük sözlerimiz mi derken susmamıza rağmen, büyüdük mü sence?



…belki büyüdük… emin değilim